1 Haziran 2016 Çarşamba

Okuru selamlamak niyetine…

Sayfa 5-6
--------------------------------------------------------------------------------------------
Aziz Nesin bir yazısında bu coğrafya insanının soyut düşünme konusundaki eksikliğinden bahseder1 . Bu eksikliğin temel sebebi ise bu coğrafyanın göçebe topluluklar diyarı olmasıdır der. Öyle bir göçebelik ki bu son iki yüzyıldır şehirleşen toplumumuzdaki gelişen yerleşik hayata rağmen halen üstesinden gelememişizdir. Bizim kültürümüzde yazlık, kışlık kavramı vardır örneğin. Yaşamımızı buna göre biçimlendiririz. Özellikle esnaf ve memurlar yaz gelip de okullar tatil olduğu zaman yaylalara göçerler. Kış gelince de şehir merkezlerine. Mevsimlik işçiler örneğin, yazın Çukurova’nın verimli topraklarına pamuk için, Karadeniz’in yeşilliğine fındık için giderler. Kışın yeniden yaşadıkları yerlere dönerler. Alışamamışızdır bir şekilde yerleşik hayata. Bu sebebin oluşturduğu eksikliği de en iyi dilde görebiliriz der yine üstat. Öyle değil midir?* Eğer soyut düşünebilen bir topluluk olsak, bu dilimize ve kullandığımız kavramlara yansırdı. Ancak göçebeliğin vermiş olduğu hareket bizi somut ve pratik düşünmeye zorladığından, fiilden yani hareketten türetilen kavramlarımız oldukça fazla. Birde bunun üzerine harf devrimi ile birlikte yeni kavram üretme ihtiyacıyla girişilen yolun önünü alamama sonucunda saçma sapan bir yığın türetilen anlamsız kavramlar ve halk kullanmadığı için bu kavramların içinin doldurulamaması ve zenginleşememesi sonucu bugüne gelmiş bulunmaktayız.

Dilin gelişimi için üzerine oturması gereken bir üçlü sacayağı vardır muhakkak her olgu da olduğu gibi. Dil için bu ayaklar; bilim, sanat ve felsefedir ki geldiğimiz noktada bu ayakların ne kadar dayanıksız olduğunu yakın zamanda teknolojimizi Nasa ile kıyaslayan yöneticimiz dile getirmiştir aslında. Tabii belirli kazanımlarımızda yok değildir, o kadar da kendimize ağır eleştiride bulunmayalım. Nasa’nın bu yöneticimize açıklamalarından dolayı bir cevap vermiş olması belki de bu kazanımlara dikkat çekiyordur.
Böyle bir giriş üzerine, elinizdeki atıştırmalığın dil problemine katkı sağlamak gibi bir gayesi olduğu anlamını çıkarmayınız. Bu yazılanların amacı yalnızca sizinle paylaştıklarımızın ve ilerde sizden gelen paylaşacağımız yazıların bu bozuk dil ile yazıldığını dile getirmektir. Paylaşımlar eğer ki yüzünüzde ufak bir tebessüm, anlık da olsa zihninizde bir fikir oluşturmuyorsa sebebi bu bozuk dildir sayın okur. Bunun ne bizimle ne de sizinle hiçbir alakası yoktur. Bundan emin olabilirsiniz.

Size cücelerden bahsetmek isteriz ya da devlerden. Mesela Güliverin cıktığı deniz yolculuğu sırasında fırtına çıkar ve gemisi parçalanır. Güliver kendi çabalarıyla kâh yüzer kâh sürüklenir ve bir adaya ulaşır, yorgunluktan uyuyakalır, gözlerini açtığında mini minicik insanların üzerinde gezindiğini görür. Başta bu mini minicik insanlar çok korkarlar ondan fakat sonra çok yakın arkadaş olurlar falan... Yok yok, öpülünce prense ya da prensese dönüşen kurbağalardan bahsedebiliriz. Aslankatır’dan ya da. Ya da bir yabancıya en iyi en gösterişli ölüm töreni yapmaya karar veren insanlardan bahsedebiliriz. Mesela bilmediğiniz bir dilde çizgi film izlemenin zevkinden bahsedebiliriz. Yani size masallarla pembe bir dünya anlatabiliriz. Yaa bi yürü git kardeşim bana masal okuma, nedir derdin diyebilirsin. Ala, biz de öyle yapacaktık. Ama olanlardan haberin var mı, iş sağlamamı, yoksa 3 lira var cebimde bi haftadır onla geziyorum harcamadım diye seviniyor musun? Yani aldığın üç kuruş para için buna da şükredin sokakta bir dünya aç işsiz var, evine ekmek götüremeyen var diyip, aldığınız üç kuruş parayı da gözünüze sokmak isteyen hatta bu nedenle -ya doğru diyorsunuz haklısınız- demenizi bekleyen sayın işveren beyleriniz mi var?* Hatta maaşınız geç yatsa bilmem kaç milyonluk iş yaptık, elimiz sıkışık bu ay, gelecek ay alıverin, ne olacak, bu ülke için çalışıyoruz, bu halk için gecemizi gündüzümüze katıp çalışıyoruz, biraz saygı gösterin derler. Eh tabi bizde büyük bir kabullenişle bu tavrımızdan pişman oluruz. Ya da pişman ederler.

Biz mahallede büyüklerin yanında haksızlığa uğrayıp da adaletsizliğin olmadığı kendinden küçükler ve akranlarıyla daha kolektif oyunlar oynayan ve aralarda salçalı ekmeğini yiyen çocuklarız. Patlak topuyla da olsa onunla oynamaya çalışan mahallenin baldırı çıplaklarının, yalınayaklıların, başıkabakların yanında bu zevklerini elinden almak isteyen “benim olacak fıstıkçıların” pisikletlerine tekme atan çocuklarız. Bizler kendine kolejin yiğit, gürbüz, havai delikanlılarını, kokoş, salon güzellerini arkadaş seçmeyenleriz. Bizler bir gün mutlaka gecenin karanlığında “yan yana uzanıp yaldızlı kumlara yıldızlı suların türküsünü dinleyebiliriz.2” Bütün sanayi kollarında, tarlalarda, ofislerde, plazalarda, mikroskobun başında, tahtanın önünde, toprağın altında çalışarak dünyayı var eden bizleriz. Dünyanın tüm zenginliğini insanlığın yararına kullanıncaya dek ve “bir şafak vakti karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zamana3”  kadar onların, bizlerin hikâyelerini anlatmaya devam edeceğiz.

Zoe – Ceyda
_________________________________
1-Ah Biz Ödlek Aydınlar, Önsöz, Aziz Nesin.
2-Taranta-Babu’ya Mektuplar, Beşinci Mektup, Nazım Hikmet.
3-Kuvayi Milliye, Onlar, Nazım Hikmet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder