1 Haziran 2016 Çarşamba

Başka dünyanın ülkesi: Küba

Sayfa 17-18-19
Küba'ya Seyahat I

Valizimi hazırlıyorum. Neredeyse her şey tamam. Tişört, şort, etek, iç çamaşırı, ayakkabı, şampuan, güneş kremi, birkaç aksesuar, kozmetik malzemesi, pasaport, bir kaç ıvır zıvır eşya daha. Ne olur ne olmaz, ee memleketimden o kadar uzakta, memlekete özlemle okurum diye belki biraz ona öykündüğümden yanıma aldığım Memleketimden İnsan Manzaraları.
Bu canavarlaşmış dünyada her gün yüzlerce insan, bazıları daha fazla kazansın diye, ölürken; insanca, özgür yaşayan ülke insanlarını anlamak kolay olmayacak benim için. Önce tarihi üzerine bir kitap karıştırıyorum. Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin yayımladığı bir kitapçık elime geçiyor: Küba Hakkında 100 soru. Yanıma alıyorum. “Soy Küba”yı ve “Nazım Hikmet’in Küba Ziyareti”ni izliyorum. Küba müziklerini dinliyorum. En önemli grupları Buena Vista Social Club, İbrahim Ferrer solistleri, mükemmel. Çok hoşuma gidiyor. Ankara’da Kübalı bir grup güzel müzik yapıyor; Küba gecesi, dans. Sanırım şimdi hazırım. Valizimi kapatıyorum. Saat 23.00. İstanbul havaalanı. Grup yavaş yavaş toplanıyor. Oniki kişi gidiyoruz Küba’ya. Birazdan Moskova’ya uçacağız. İçim içime sığmıyor. Uçağın kapıları açıldı. Görevliler birer birer içeriye almaya başladı. İçim buruk. İlginç neden acaba?
Saat 02:00. Uçak havalanmaya başlıyor. Üç saat Moskova’ya uçtuktan sonra yedi saat sonraki aktarmayı bekleyeceğiz. Tabi bu vakti Kızıl Meydan’da dolaşarak değerlendireceğiz. Kapitalist dünyanın saldırı araçları, reklam panoları ve kirliliklerinin bu denli sıklığına kızarak yürüyoruz. Sanki Sovyetler Birliği hiç olmamışçasına. İlginç. Biz daha iyisini yapacağız diyoruz. Aynı hataları yapmayacağız. Yaşadıkça insanlık ve döndükçe dünya, güzel günleri elimize almak için mücadele edeceğiz. İnsanlığın mirasını ve zenginliğini insanlık için var edeceğiz.
Ormanların içinden, nehrin kenarından geçerek trenle yeniden havaalanına geldik. Zaman aktı, kitaplar devrildi, finaller görüldü, uçak alçalmaya başladı. Hepimiz pencerelere yaklaştık. Küba’nın ormanlarını, güzelliklerini seyretmek için boynumuzu uzattık. Havaalanından çıktık Old Havana’daki “casa”larımıza ulaşmak için bir taksi ayarladık. Nasyonal palmiyeler iki tarafımızda gökyüzüne doğru yükselirken, şehrin merkezine doğru yol almaya başladık. İki tarafımızda ilerleyen yazılamaları ve çizimleri anlamaya çalışıyorduk. Devrimi koruma komiteleri tarafından yapılan çizimleri. Viva Sosyalizmo…
Vas Bien, hasta la victoria siempire, todo por la revalucion, Creemos que la caida,
 Fidel Camilo, Che, Jose Marti ve pek çok devrimcinin çizimleri, sözleri duvarları süslüyordu. Burası bambaşka bir yerdi. Ülkeye adımını atar atmaz hissediyorsunuz bunu. İnsanların hayatınızı kolaylaştırmak gibi bir dertleri var. Her şeyden öte insanlar yaptıkları işi seviyor, gözlerinden anlıyorsunuz. Gerçek bir gülümseme var.

Ben ve arkadaşlarım, yoldaşlarım şaşkınlıkla etrafı izleyerek kalacağımız yere geldik. Eşyalarımızı yerleştirdik. Duş alıp hızlıca hazırlandık. Old Havana’nın arka sokaklarında pizza yiyebileceğimiz bir yere götürdü ev sahibimiz. Gün devrilmiş hava kararmaya başlamıştı. Küba’ da hayat sokaklarda geçiyor sanki. İnsanlar gündüzleri dışarıda bir yerden bir yere giderken telaş içinde değiller. Kendinden emin ve güvenli görünüyorlar. Şakalaşıyorlar. Akşamları daha da hareketleniyor Havana sokakları. Açılmış kapılardan içeriye sokaktaki müzisyenlerin canlı ezgileri doluşuyor, bu etki insanda bir canlılık yaratıyordu. Eğleniyordu Kübalılar.
Küba,  bir ada ülkesi olması nedeniyle sınırlı yer altı zenginliğine sahip. Altmış yıllık ABD ambargosu.

Sovyetler Birliği çözüldükten sonra Küba halkı on yıl boyunca büyük sıkıntı yaşıyor. Tüm yakıtlı araçlar petrol olmadığı için oldukları yerde kalıyor yıllarca. Toprağı ekip biçemiyor. Fakat  eşit ve özgür yaşamaktan, birlikte çalışıp birlikte yemekten; sosyalizmden vazgeçmiyor. Ekonomilerini hareketlendirmek için  Latin Amerika ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştiriyor. “Ülkede turizm” ve “kent bahçeleri” gibi projelerle yıllardır süren kuşatmaya, saldırıya göğüs geriyor. Hayvanlar açlıktan zayıflıyor. Son dönemde yeni ekonomi politikalarıyla birlikte, devlete kazandıklarının önemli bir kısmını ödemek koşuluyla, halk arasında belirgin para birikimi oluşturmayacak şekilde, küçük işletmeler açabiliyorlar. Bu yerler genellikle evlerinin bir bölümünde ve önemli bir çoğunluğu turistler için. Küba halkı daha çok yerel peso geçen, devletin işlettiği yerlerden çok çok daha ucuz yerlerde yemek yiyor. Ev sahibimiz bizi  bir restoranta götürüyor. Sahibinin adı Fernando’ydu. Yeşil masa örtüsü üzerine kırmızı gerbera çiçeği konmuş dört masalık mekana doluşuyoruz.  Yemek yediğimiz yer bir evin alt katı, kısıtlı İspanyolcamızla yemek siparişimizi veriyoruz. Pina colada içip pizza yiyeceğiz. Yemek oluncaya kadar kapının önünde sigara içmeye karar verdik.

Kapıda sigara içerek ilk izlenimlerimizi konuşuyorduk. Restoranda çalışan birisi geldi. Tanıştık. Adını hatırlayamıyorum. İyi kötü anlaşmaya çalışıyoruz. Kübalı dostumuzla sohbet ederken bir üst sokaktan düdük sesi geldi. Polisler geçti, bir an tedirgin olduk. Oysa rutin bir şeymiş. Neden gerildiğimizi Kübalı dostumuz anlamadı. Hemen dökülmeye başladık. Ülkemizde çocuk cesetleri sahile vurur. Polisler hükümet karşıtı eylemlerde hedef gözeterek çocukları gaz fişekleriyle başlarından vurur. Hatta ülkemizde yer altı zenginliklerimiz çoktur. İnsanlar madenlerde güvencesiz çalışır. Soma’da ‘300’ yurttaşımız hayatını kaybetti. ‘Baş sağlığına’ gelen bakanın yanındaki korumaları, öl(dürül)en işçi yakınlarına aymazca tekmeler savuruyor. Hatta arkasından devlet memuruna mukavemetten dava bile açılıyor. Anlatmaya çalıştık. Anlayamadı.
Kübalı dostumuz dehşet içinde bizi dinledi. Küba’da  insan hayatının ne kadar değerli olduğunu anlattı: “Burada üstsüz dolaşmak yasaktır. Polisler bu kişileri uyarır. Polisler makelonda denize yüzünü dönen insanları düşme tehlikesine karşı uyarır. Burada polisler insanları korur. Çocukları hepimiz koruruz. Onlar bizim geleceğimiz, umudumuz. İnsanca yaşanacak Dünya’yı kuracak olanlar onlardır.“ Birbirimize baktık. İnsanca yaşanacak dünyayı kurmak için somut örneğe gerek yoktu belki. Sosyalizm insanının temizliği, bu somut örnekte geçireceğimiz yirmi üç günün her dakikasının önemini bir kez daha hatırlattı, sosyalizme olan inancımızı bir kat daha pekiştirdi. Gözlerinin içi parlıyordu.
Vas Bien!
Devamı gelecek…

Zoe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder