1 Haziran 2016 Çarşamba

Kadın bu, direnir

Sayfa 25-26

Ve işte hayat gerçeğe dönmeye başlamıştı. Gerçek neymiş diye soracaksınız, gerçek: birçoğumuzun başından geçen, her gün defalarca karşılaştığımız, yaşadığımız ve lanet olsun dediğimiz şeylerdi. Benim gerçeğim de lisans eğitimimi bitirip “nasıl iş bulacağım”, “nerede yaşamalıyım”, “beni bundan sonra ne bekliyor” gibi yığınla soruya cevap ararken kendimi ailemin yanına dönmüş bulduğumda başladı.

Okul bitmemişti aslında tam olarak. Osmanlı Tarihi alanında çalışmadığım sürece işime yaramayacak iki tane baş belası dersim vardı. Ne yapıp etmeli o dersleri vermeliydi. Zira içinde bulunduğum özel mülkiyetçi toplamın bana harcadığı bir emek vardı ve onlara emeklerinin karşılığını ödemem gerekiyordu. Velhasıl kendimi banka kuyruğunda, okuluma yığınla harç parası yatırmak için sıra beklerken buldum. Birileri duble yol yapmayı akıl etmişti ama bilimsel ve parasız eğitim hakkını es geçmişti. Birileri de o duble yollarda geniş geniş giderken bunun hesabını sormayı…

Evde de bir tabloyu açığa çıkardı bu durum. Eve geri dönmüş olmamla birlikte bir taraflaşma da açığa çıktı. Çok açık ve netti. Bir tarafta kız çocuğu dediğin “akşam hava karamadan evinde olur”, “içkili mekanlarda kızlı erkekli eğlenmeye gitmez”, “örgütlü mücadele vermez”, “onun ne ihtiyacı vardı paraya, karnı doysun, başını sokacak evi olsun yeter”, “zamanı gelince evlenir, çocuk yapar” vs. diyen, kadına; babasının kızı ya da kocasının karısından başka anlam yüklemeyen ve buna karşı çıkıldığında ahlaksız olmakla itham eden, hatta yeri geldiğinde fiziksel şiddet uygulamaktan bile çekinmeyenler… Diğer tarafta ise bunun tam karşısında duran, kadına önce insan olduğu için değer verenler...
Pekiyi, ne yapacaktım? Nasıl olsa devrimden sonra yeni insanı yaratacağız, bu gericiliğin kökünü kazıyacağız deyip, aile bireylerimin bu düzene teslim olmasına müsaade edemezdim. Onları bu karanlık zihniyetten uzaklaştırıp, buna mahkûm olmadıklarını, sınıfsız bir toplumu hep birlikte kurabileceğimizi ifade etmem ve bu gerçeklere onları ikna etmem gerekiyordu.

Mücadele etmeye birilerini ikna ederek başlamaya karar verdim. Kısmen başardım da. Tamamdı, güzeldi. Ama ikna edemediklerim? Bunu reddeden, kendisininkiler dışında başka düşüncelere değer vermeyen ve hatta dinlemeyen… Onlar ne olacaktı? Şurası ise netti: onların dayattığı yaşama mahkûm değildim. Eve kaçta geleceğime, ne giyeceğime, kazandığım parayla ne yapacağıma ve en önemlisi nasıl bir siyasi mücadele vereceğime başkaları karar veremezdi. Hayatta kalabilmek için onların yanında yaşamaya da mecbur değildim. Ayrıca artık yalnız da değildim.

Boyun eğmedim, ayrıldım. Bununla bitmedi tabii. “Bir kadın evlenmeden ailesinden ayrı nasıl yaşayabilir, el âlem ne der?” Baskı bitmedi. Aramalar, ölüm tehditleri, tacizler… Hepsi eve dönmem içindi. Bir kere kabul etmek, o gericiliğe mevzi kazandırmak demekti. Kazandıkları mevziyle başka insanlara da aynısını yapma cüretini onlara vermek demekti. Bunu yapmadım. Yapmıyorum!

“Benim hayatım, benim kararım” sığlığında bir yaklaşım değildi bu, benden sonrakilere dövüşme kuvvetini de kazandırmaktı. Savunulacak bir dünya varsa, onu yaratmak için küçük ölçekli hesaplaşmalardan da sağ çıkmak ana koşuldu. Sorun çözülmemiş olabilir fakat ailemdeki gericilik benim karşımda ağır bir darbe almış ve diğer bireylere dair davranışlarını sorgular hale gelmişti. Özgürleştikçe kadın, güzelleşmeye devam edecek dünya…

Kazazede

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder